Friday, January 25, 2008

Turgut Uyar’ın Şiirlerinde Cinsellik

Turgut Uyar’ın Şiirlerinde Cinsellik

ve

“Hepimizi Vakitten Kurtaracak” Başka Şeyler Üzerine*

Nilay Özer

İlk kitabı Arz-ı Hal (1949)’in peşinden Türkiyem (1952)’i yayımlayan Turgut Uyar, bu iki kitabı belirleyen aşınmış dilden ve klişeleşmiş dünyalardan sıyrılıp; hızla sanayileşen şehirlerin gürültüsünü duyurabilecek bambaşka bir şiir diliyle yadırgatıcı dünyalar kurduğu üçüncü kitabı Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959)’yla dikkatleri çekmiş, Tütünler Islak (1962) ve Her Pazartesi (1968)’yle bu dili ve dünyaları pekiştirmiştir. Uyar’ın, “Geyikli Gece”, “Terziler Geldiler”, “Ölü Yıkayıcılar” gibi şiirlerinin bulunduğu bu kitaplar epik/dinsel söylemlerin modern şiir içinde dönüştürülmesi bağlamında öne çıkmakta, bu söylemlerle ilişkilendirilmiş tutarlı bir cinsellik kurgusu sunmaktadırlar. Arz-ı Hal ve Türkiyem’de ipuçlarına rastlanılan, ancak Dünyanın En Güzel Arabistanı’na kadar temellendirilmeyen kurgunun Her Pazartesi’den sonra devam ettirilmediği görülür. İlk iki kitapta çoğunlukla karısıyla sürdürdüğü hayatına şükreden bir erkeğin sesi duyulur: “İşte günlerden bir gün Elâgözlüm, / Yeni bir başlangıçla bitecek ömrümüz. / Amenna ve Saddakna, / Bari hoşça geçse günümüz” (Ölüme Dair Konuşmalar 25). Ancak bu erkek kimi zaman başka bir kadın hayâli ile başını alıp gitmekten, çoluk çocuğu terk etmekten söz eder: “Bir gün bir yağmurla garip garip / -Çoluğu çocuğu terk edeceğim.- /Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım /Alıp başımı gideceğim” (Uzak Kederler İçin 69). “Memur Karısı”nda “Ayağında ipeğin en kötüsü / Sen onuncu derece memur karısı / Çileli vefakâr kadın, kalbimin yarısı” (23) diyerek türlü sıkıntılarla yaşanan bir evliliği belirgin kılan Uyar, “Geceleri hep başka kadınları düşünüyorum; / Uzak, hain ve mavi” (Karpit Lambası 67) gibi dizelerle başka aşkların ve kadınların büyüsüne kapılmanın çekiciliğiyle, çoluk çocuk ve evliliğin kutsanması arasındaki gel giti dışavurmaktadır. Dünyanın En Güzel Arabistanı, Tütünler Islak ve Her Pazartesi’de büyük şehrin hengamesi altında sıkışmış bir erkek konuşur. İnsana yer bırakmayan nesne yığınlarının içinde kendini hatırlamaya uğraşan erkek, cinselliği bir tür kurtuluş olarak görmektedir. Toplandılar (1974), Kayayı Delen İncir (1982), Dün Yok mu (1984) ve ölümünden sonra yayımlanan Son Şiirler (1985)’inde söz konusu cinsellik anlatısına rastlanmaz, ancak bu anlatının sonuçları olabilecek dizeler göze çarpar. Uyar’ın şiir serüveninin başat konularından olan, şairin en ilginç dönemini belirlediği gibi Türkiye’nin de ekonomik, toplumsal ve siyasi açıdan hızla değiştiği bunalımlı dönemlerine rastlayan cinsellik teması merkezinde yapılacak bir okuma anlamlı görünmektedir.

Dünyanın En Güzel Arabistanı, “Geyikli Gece”yle başlar. “Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar” (111) diyen anlatıcı, bu naylon dünyadan korkanlara geyikli geceyi anlatır. Yeni şeyleri yadsıyan ama eski şeylerle de avunamayan anlatıcının olup bitenlerde bir payı yoktur. O, geyikli geceye geçip cinsellik sayesinde kendini bu karmaşadan ayıklamayı, yaşamsal gücünü hatırlayarak nesneleşmekten kurtulmayı ummaktadır. Uyar’ın cinsellikten beklediği kurtuluş pek çok eleştirmen tarafından dile getirilmiştir. Fethi Naci, “O Korkak Geyik Yavrusu Bayram Arifesi” başlıklı yazısında “Turgut Uyar, sürekli olarak bu temayı işler, döner dolaşır buna gelir. Hep bir kadınla kurtulmak umudundadır” (60) der. “Kan Uyku” şiirindeki, “Bir korkuyorum yalnız kalmaktan bir korkuyorum / Gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla / yatıyorum / Sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları / Kısrakları birden yavrulamış” (121) dizeleri çalışma, cinsellik ve üreme olgularının ölüm korkusuyla ilişkisini görünür kılmaktadır.

George Bataille, Erosun Gözyaşları adlı yapıtında Lascaux mağarasındaki resme odaklanır. İ.Ö 13500 yıllarında çizildiği düşünülen resimde, okla yaralanmış bir bizon, bizonun yanında da kuş kafalı ölü bir adam yatmaktadır. Bizonu yaralayan adamın penisinin kalkık durumda resmedilmesini anlamlandırmaya çalışan Bataille, insanların çok eski zamanlarda bile ölüm hakkında korkutucu bir bilgiye sahip olduklarını söyler (13). Cinsel etkinlik karşısındaki çekinme duygusuyla ölüm ve ölüler karşısındaki çekinmenin benzeştiğini savunan Bataille, ölüm bilincinin erotizmle olan birliğini açık biçimde görmenin zorluğuna değinerek şöyle der:

Erotik doruk hatta, en büyük gücü ve en büyük şiddeti iki varlığın birbirini çektiği, birleştikleri ve sürüp gittikleri anda ortaya çıkan bu yaşamın doruğudur. Burada sözkonusu olan yaşamdır, yaşamın yeniden üretilmesidir ama yaşam yeniden ürerken taşar; taşarken en uç coşkuya ulaşır. Kıvranırken, kendinden geçerken, zevkin aşırılıkları içinde kaybolan bu birbirine karışmış bedenler daha sonra onları çürümenin sessizliğine adayacak olan ölümün tersine giderler. Aslında, görünüşe göre herkes için erotizm, sonsuzca ölümün yıkıntılarını onaran doğuma, üremeye bağlıdır. (18)

“Geyikli Gece”, “Akçaburgazlı Yekta”, “Terziler Geldiler” gibi şiirlerde kendini duyuran epik söylem, geyik gibi mitik ögeler ve kutsal kitaplara gönderme yapan dizeler, Bataille’in yazdıklarıyla düşünüldüğünde, Uyar’ın, sanayileşen şehirler ve modern yaşamla barışıksızlığını ilkel korkularla ilişkilendirdiğini düşündürür. Şehirdeki hayatın yarattığı ruhsal kirlilik ve nesneler içinde kendini yitiren bir adamın betimlendiği “Kaçak Yaşama Yergisi”, Uyar’ın cinsellik kurgusuna “iğrenti”yi ekler:

Hiç umrumda değil yoksa yalnızlıklar, bozuk paralar, uzun boylu ayışıkları, gelip gelip giden sarhoşluklar, sabahleyin yalnız yatakta az az üşümek, hani insanın kendi kendini bulamadığı, hatırlayamadığı saatler olur ya, işte onlar. Bir keresinde böyle saatlerin birinde bir şarkı duymuştum da işimi gücümü koyup sokak sokak bir kadın aramaya çıkmıştım. Sonra bulamamıştım. Bir iğrenmiştim nedense, gidip bir köşede kusmuştum. (123)

Şehrin bir yandan insanı yalnız bırakan diğer yandan bu yalnızlık içinde bile kendini hatırlamasına izin vermeyen düzeni anlatıcıyı cinselliğe yöneltir. Ancak bu cinselliğin mide bulandırıcı bir yanı vardır. Anlatıcı bunu fark ettiği anda kendini kirlenmiş kalabalıklardan koruması gerektiğine inanır: “Kadınlar adamlar şehri uğultularla dolduran namussuz /kalabalık /yorgun kalabalık iyi kalabalık alaycı düzenbaz kalabalık / Bir karışsam içlerine bir uysam biraz gülmesem / Ertesi gün kimbilir nasıl yaşarım” (124). Şiir anlatıcının çalıştığı odayı anlatması ve eve hep arka sokaklardan döndüğünü söylemesiyle sürer. “Eve geliyorum seni buluyorum bir seviniyorum bir kızıyorum / Sonra biliyorsun” şeklindeki son dizelerse kaçak yaşamanın, yani dışarıdaki yaşamdan kurtulmanın aracı olarak cinselliği önceler. “Eve gelme” ile yaşanan cinselliğin iğrenti yaratan bir niteliği yoktur. Ancak “Meymenet Sokağına Vardım” şiirinde, “Meymenet sokağının tadını hep bilirim ama gidemem / Oturur dosya düzenlerim akşama kadar / [....] / Bir vakit var yeşille beş buçuk arasında / Evrenin sevişmek için yorulduğu yumaşadığı isteklendiği” (125) diyen anlatıcıyı Meymenet Sokağı’na gitmekten alıkoyanın çalışma yaşantısı olduğu görülür. “Üçyüzbin”de “Elimden tut beni acar balıklara alıştır / Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda / Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım” diyen anlatıcı, seslendiği kadına eve gidip odalara kapanmayı ve gerekirse sevişmeyi önerir (127). “Denize Gidip Dönen Mavilerin Bire İndirgenen Üçlüğü”nde ise, “Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen / Baştan başlayalım susamlara ekmeklere / denizaşırılarına sevmelere” der (129). Dünyayı bu yeniden kuruş, erkeğin çalışması ve kadının cinsel çekiciliği ile olacaktır ki şiir şu dizelerle biter: “Ben yılmam taş çekerim çamur kararım ben / Senin de gürül gürül saçların var nasıl olsa” (129). Yapılan şehirleri yıkmak, erkeğin çalışkanlığı kadının doğurganlığı ile yeni şehirler kurmak düşüncesi Uyar’ın şiirinde geniş yer kaplar, ancak ona gelmeden önce çocuk konusunun ele alınması gerekir.

“Güneşi Kötü O Evler” adlı şiirde geçen, “Aldım kendimi oralara götürdüm ben bu evlerde / döner kebap yiyemem / Çocukları sevmek gelmez içimden gülsuyu / koklayamam” (130) dizelerinde çocuk ve gülsuyuna bir kutsiyet atfedilmektedir. Anlatıcı, bu evlerde dikiş diken kızları kutsal olan şeylere hazırlar: “Alırım karşıma bir bir belletirim dalların yeşermesini / kuzuları mutluluğu ölmemeyi / Ölüme karşı durmayı en çok en çok onu yenmeyi” (131). Kuzuların temsil ettiği çocuk, ölüme karşı durma bilincine, yani üreme amaçlı cinselliğe bağlıdır. Çocuk olgusunun önem kazanmasıyla, çocuksuzluğun ve üreme amacı olmadan sevişmenin olumsuzlandığı dizeler öne çıkar. “Akçaburgazlı Yekta’nın Mahkeme Kararını Aldığında Söylediği Mezmurdur”, hem zinanın sorgulanması hem de çocuksuzluğa yapılan vurgu açısından önemlidir. Yekta, mahkemede Gülbeyaz ve Sinan’la tanışmalarını anlatırken “Birlikte yaşıyorlardı, çocuksuzdular” der (134). Gülbeyaz’la Sinan’ın birlikte yaşamalarının ve çocuksuz olmalarının ortaya çıkan duruma bir katkısı olmalıdır ki Yekta sözlerinin sonunda, “Ben Yekta, cahil, çocuksuz, bunları pek hoş bulurdum” diyerek çocuksuzluğa tekrar değinir. (136-40). “Bir Kantar Memuru İçin (İncil)” de Hümeyra’yla evli olan Yekta’nın, Hümeyra’nın kızkardeşi Azra’ya tutulduğu, ancak Azra, “Kadınım seninleyim istersen al” (147) dediğinde bile dayanılmaz arzularına karşı koymayı başararak kimseyi aldatmadığı anlatılır. Ortada Hümeyra ile kurulmuş bir yuva vardır. Akçaburgaz’dan gelen ve hiçbir şey kirletmeyen Yekta bastonuna dayanır ve çatılar tarafından bölünüp duran gökyüzünün görünüşünü hoş bulmayarak işçilere “Yıkın” der. “Bu şehri nasıl yapmışlar böyle üstüste, ne gökyüzü komuşlar ne günaydın, ne buldularsa getirmişler” (148) diyen Yekta, Akçaburgaz’ın tarihini anlatır. Yekta’nın dedeleri, yanlarında kadınları ve hayvanlarıyla güneyden gelmişlerdir. Örtünecek giysileri ve aşkları vardır. Çatılarını aşkla kurarlar ve Akçaburgaz büyür. Her şeyi üst üste koyarak yollar, çeşmeler, dükkânlar yapar, yasalar koyar, mahkemeler açarlar.

bir şeyin bu kadar şey içinde gitgide küçüldüğünü yittiğini sezinliyorlardı ama bulamıyorlardı, bulamıyorlardı da değil, umursamıyorlardı, onsuz olunur diyorlardı, yerine başka şeyler koyuyorlardı, ama öyle bir şey ki yittikçe önemi azaldıkça düzeni etkileyen, bilisizliği artıran, evleri oturulmaz, sokakları dolaşılmaz hale koyan, kişiyi boş vakitlerden kaçıran bir şey, ben uyarbaşkanı olunca buldum, şimdi yıkın diyorum, ilkin bu evleri, bu kötü, üst üste evleri yıkın, bu sokakları, bu eski harap kışlaları, bu dükkânları bu duvarları; bu gökyüzlerini kurtaralım, yıkıyorlar. (149)

Bu yıkım sırasında kadınlarla çocukların kendisinden yana olduğunu söyleyen Yekta için şehirlerin kuruluşunda insanı mutsuz eden, yaşamı imkansız kılan bir yanlışlık vardır. Modern bir yaşamı kuran detaylar çoğaldıkça bir şey yitip gitmekte, bu da evleri oturulmaz, sokakları dolaşılmaz kılmaktadır. Şiirin sonu, yitip giden şeyin; insana kendisini sürekli hatırlatacak, nerdeyse kutsanmış bir sevgiyle gelen cinsellik olabileceğini düşündürür:

-Adamlar kadınları alıp Arabistan’a götürürlerdi balkonlu evlere koyarlardı gündüz işlerinde güçlerinde onların evlerde beklediğini düşünüp hızlanırlardı onları kucaklarlardı, çocuk yaptırırlardı onlara. Bunları bilince kolayca atıyorum sürgün krallar gibi umurumda olmuyorlar (151)

Adile, Erhan ve Yekta arasındaki üçlü ilişkiyi anlatan “Toprak Çömlek Hikâyesi”, Adile’nin her ne şekilde olursa olsun cinselliği savunması ve ihanet üzerine kurulmuştur. Cinselliğin “ne günah ne ayıp ne uygunsuz” (165) olduğu söylenen “Ara Parça” ya rağmen anlatı kötü biter. Küçük bir kent olan Akçaburgaz’dan kalkıp büyük kente gelen Yekta’nın Akçaburgaz yalnızlığına sığınması düşündürücüdür (173). Uyar, cinsellik konusundaki düşüncelerini netleştirememekte, cinsellikle sağlanacak kurtuluş problemini çözümleyememektedir. “Yeşil Badana Kurtulmak”da, “Kuzuların sevip sevip yediği otlardan topluyorum / Kuzulara vereceğimden değil, yok değil / Böyle çocukların sevdiği işler yapmak / pek hoşuma gidiyor” (174) diyerek çocuk olgusuna dönen anlatıcı, “Büyük Ev Ablukada” adlı şiirde sorunu tekrar masaya yatırır. “(Ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak / bir şey yoktu / Bir şey daha yoktu ama kavrıyamıyordum / İşte böyle olmak en iyisidir olmakların / Bir küçük çocuğu tutttum otobüsten indirdim / [...] / Yok olan önemli bir şeydi Allah kahretsin)” dizeleriyle bir çözümsüzlük içinde olduğunu ortaya koyar (186). “Bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim” dizesi anlatıcının yaşadığı şehrin yapılandırılışı konusundaki rahatsızlığını gösterirken, “Bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına / Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara / sürü sürü mutsuz alışkanlıklara” (186) dizeleri problemin nedenini açımlar. Modern yaşamın insanı kuşatan tutkuları bir abluka yaratmaktadır. Şiirin sonu kurtuluş için çözüme ulaşıldığı izlenimi verecek niteliktedir:

Bak ben seni nerenden kurtaracağım şaşacaksın

Şimdi bu taşları biz çektik değil mi ocaklardan

Bu asfaltı biz döktük biz onardık değil mi

Bu yapıları oniki kat yapmak bizim aklımızdı

Biz kurduk istesek umursamayız ya

(Abluka burda başlıyordu çünkü)

Ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim

Sen beraber yatacağımız yatakları hazırla

Sen bir onu yap yeter bak göreceksin (187)

Şiirin başında ekmek ve tereyağının yanında olmayan “önemli bir şey”in, şiirin sonunda çocuk olduğu görülür. Çocukla temsil edilen ise, üreme yeteneğine sahip insanın diriliği, biricikliğidir. İnsan yıkıp yeniden yapma yeteneğindedir, çünkü o üreyerek ölümün aksine bir eylemde bulunmaktadır. İnsanın kendini unutmasına neden olacak kadar “şeyler”le dolu olan modern şehir yaşamı da bir çeşit ölüm getirdiğinden cinsellik devreye girer.

Dünyanın En Güzel Arabistanı’ndaki pek çok şiirde işlenen çocuk olgusu Tütünler Islak’ta üreme amaçlı olmayan cinselliğin olumsuzlanması yoluyla pekiştirilir. “Islaktı Tütünlerle Sülünler”de “Uykumu şeyler bulandırır Ş.e.y.l.e.r” diyen anlatıcı, “Ölüm tadında değil yattığımız. Bir, süs, belki çocuksuz bir / süs, sabahları her şeyimizi utandırır” (210) diyerek ölüm-cinsellik bağlantısını açar ve zevk amaçlı cinselliğin utandırıcılığını vurgular. “Bir Barbar Kendin Tartar Bir Barbar Aşağlarda” şiirinde arınmanın iki şekilde mümkün olduğu görülür. Bunlar, “eğilmiş çiçek toplayan bir çocuk bulsam” ve “yıkanacak boğulacak su bulsam” (214) dizelerinde geçen çocuk ve sudur. Bu anlatıyı doruğa çıkaran şiir ise “Övgü, Ölüye”dir. Şehir insanını “ölü”leştiren anlatıcı, bu ölümün niteliğini şu dizelerle belirler: “Ellerin nasıl olsa yıkılmış gitmiş para saymaktan, / cıvatadan, balatadan, üremesiz kadın okşamaktan, [...] / ölü yiyici topraktan” (219). Üremesiz kadın okşamanın olumsuzlanmasının Hristiyan bir tutum olduğu da söylenebilir. Jacques Le Goff, “Zevkin Yadsınması” başlıklı yazısında, cinselliğin, bedensel zevkin bir değer olarak görüldüğü Yunan-Latin antik döneminden sonra cinselliğin mahkum edilmesinde başlıca sorumlunun Hristiyanlık olduğunu belirtir (156). Paul Veyne’den aktararak, Hristiyanlığın aşk konusunda hem dinbilime hem de kutsal kitaba yaratılış ve temel günahın yorumlanışı konusunda aşkın bir açıklama getirdiğini söyleyen Goff, böylelikle bir azınlığın eğiliminin en azından egemen aristokratik veya kentsel çevrelerde çoğunluğun normal davranış biçimi haline getirildiğini söyler (157). Goff’a göre, çoktanrılı Romalıları cinsel tutuculuğa, cinsel yaşamı evlilik çerçevesinde sınırlamaya, çocuk aldırmayı mahkum etmeye, ‘tutkulu aşk’ı kınamaya iten nedenlere Hıristiyanlar başka bir neden daha eklemişlerdir: Dünyanın sonu gelmektedir, bu yüzden de insanın arınması gerekir (157). Son olarak Goff’un Eski Ahit’in cinsellik konusunda hoşgörülü olduğunu, ancak Levililer 15 ve 18’de sıralanan yasaklarla cinsel baskının yoğunlaştırıldığını söylemesi, Her Pazartesi’de yer alan “Ahd-i Atik” adlı şiiri anlamlandırmak için önemli bir ipucudur. Uyar’ın “tekvin”, “göç”, “levililer”, “sayılar” ve “tesniye” olmak üzere beş bölümde yazdığı “Ahd-i Atik”in “levililer” bölümünde geçen, “O yağmakaranlık büyürdü durmadan / ‘Yalnızdık, kimsesizdik, bağışlanmalıydık’” ve “Bir gün, günah yapılmazdı hiçbir yerde / ama kimbilirdi aşk nerde oteler nerde” (246) dizeleri, bağışlanma/arınma olgusuna dikkat çektiği gibi otel kelimesinin kullanılması dolayısıyla bütün bunların modern yaşam bağlamında düşünüldüğünü gösterir. Kutsal kitapların insan eylemlerini belirleyen buyrukçu söylemini hatırlatan, “saçlarınızı tırnaklarınızı büyütünüz dediler / büyük olsun, / büyüttük.. / ve trenlerde gidiniz ve otobüslerde gazete / okuyunuz!.. / ve hep gidiniz!” (246) dizelerindeki otobüs, tren, gazete gibi unsurlar da modern yaşama aittir. Dolayısıyla Uyar’ın üremesiz kadın okşamayı bir çeşit ölüm olarak görmesindeki arka planın dinsel bir modele dayandığı ancak bu modelin modern şehrin ortamında yeniden kurulduğu söylenebilir. Şehrin yarattığı kirlilikten arınmak, günahlardan bağışlanmak gibidir ve şehir yaşamının bir ölüye çevirdiği insanla dünyanın sonunun yaklaşması benzer bir trajedi olarak ortaya konulmaktadır

Her Pazartesi’deki şiirler Uyar’ın üç kitap boyunca işlediği cinsellik kurgusunun bütün dinlerle ilişkisini öne çıkarır. “Dünyanın bütün ağaçları bizimle, bütün taşları/ bizimle, bütün soluk kadınlar. / İnerler haçların, çadırların ve âyetlerin dibinden / Büyük mağarası açılır ölülerin, / Bütün kitaplar bizimle / Kadınlar bunun için doğurgan her yerde” (Güneşi Bol Ülke 283). “O. Perşembeye bir kadındır. Onunla yatmalıyım. Yatarım / onunla. / Çoğalmak için” dizeleriyle başlayan “Hemofili” şiirinde şairin, cinselliğin kurtuluş sanılmasının bir çeşit avuntu olduğundan kuşkulandığı da sezilir: “Cumaya abdest alırım. Uzun. / Çoğalmak için. Hep. Kanattığım bir yara gibi. Yatarım. / Hep kendiliğinden kanayan. Ve herkesin. / Kendini bir kurtuluş sanışı / gibi” (296). Müslüman bir adamın cinsellik üzerine iç konuşmalarını yansıtan “Malatyalı Abdo İçin Bir Konuşma” çalışma, dürüstlük ve İslâm kalmak çerçevesinde bir aşk anlatısı kurar. “Bir akşam oldu muydu iyi bir akşam / yani saksı çiçeklerinin üzerine tozlar konan / ve çalışmışsam o gün, dürüst ve islâm kalmışsam / bu iyi bir başlangıçtır derim aşk yapmaya.” (304). Daha önce pek çok farklı bağlamda cinsellikle ilgisi kurulan çalışma, müslümanlık bağlamında tekrar ele alınmaktadır. Çalışma cinsel yaşamı hak etmek için olmazsa olmaz unsurlardan biri olduğu gibi, cinsellik de çalışmak için gerekli enerji ve coşkuyu üreten tek deneyimdir. Muzaffer Erdost’un Tütünler Islak’ı değerlendirirken söylediği, “ Turgut Uyar bu karşılıksız hayatın içerisinde en yüksek ve yaşamanın tek ve güçlü anlamı olarak cinsiyet ilişkisini bulur. Bütün sevinçlerin, coşkuların, bitip tükenmez engin çalışmaların sebebi ve kaynağı cinsi güçtür” (33) sözleri Dünyanın En Güzel Arabistanı ve Her Pazartesi’deki şiirler için de geçerlidir. Öyleyse çalışma ile cinsellik arasındaki bağın kaynağına bakmak gerekir.

Georges Bataille, genel olarak insanı anlamak isterken, özellikle erotizmi anlamak istersek, önce çalışmaya yer vermenin zorunlu olduğunu söyler (23). Bataille’e göre insanlar çalışma yoluyla hayvanlardan uzaklaşmıştır ve bu uzaklaşma özellikle cinsel yaşam düzleminde belirgindir. Hayvanların cinsel etkinliğinin içgüdüsel olduğunu, ancak çalışma aracılığıyla izlediği bir hedefe ulaşan insanın içgüdüsel çalkantıya verilen yanıtın kendisi için olan anlamını ayırtederek saf içgüdüsel yanıttan uzaklaştığını belirten Bataille, ilk insanlar için cinsel etkinliğin amacının çocukların doğumu olmadığını söyler (24-25). İçgüdüsel devinim çocukların besinini sağlamak için bir erkekle bir kadının birleşmesi yönünde olsa da bu çocuğun doğumundan sonra ortaya çıkan bir durumdur, yani çocuk yapmak değil zevk almak amaçtır. İnsani açıdan âşıkların birleşmesinin tek anlamının erotik zevkin anlamı olduğunu vurgulayan yazar şöyle der:

[E]rotizm öz olarak, çalışamada olduğu gibi, zevk olan amacın bilinçli araştırılması olmasıyla cinsel dürtüden farklıdır. Bu amaç, çalışmanın amacı gibi, kazanım ve büyüme zevki değildir. Yalnızca çocuk bir kazanımı temsil etmektedir ama ilkel, çocuğun etkin olarak yararlı olan kazanımını cinsel birleşmenin sonucu olarak görmemektedir. (25)

Çalışmanın ve üremenin kazanım gibi bir ortak paydada buluşmaları ilginçtir. Toplandılar’da yer alan “Kalmak İçin Bir Yazı” adlı şiirde “aşkın öbür adı artık kentlerde kaybedilmiş bir savaşın / tarihi olarak anlatılmaktadır” (407) diyen anlatıcının, durumu bir savaş olarak belirlediği açıktır. Çocuk kazanmanın ve çalışıp kazanmanın savaşı da kazanmak anlamına geldiği savaş kurtulmak için verilmiştir, ancak sonuç başarısızdır. Şair konuyu işlemekten vazgeçer ve “Açlık Çoğunluktadır” şiirinde, “İkimize bir aşk elbette yetmez” (463) diyerek erkeğin çalıştığı, kadının doğurduğu ve aşk sayesinde dünyanın yeniden kurulduğu modeli bırakır.

Turgut Uyar, modern yaşamın dayattığı insanın yokoluşuna, temel amacı “kazanmak” olan bir cinsellik modeliyle karşı koymayı denemiştir. Kazanmak insanın varoluşu anlamını kapsar. Çalışmayla kurulan ilişki bağlamında Uyar’ın cinsellik modeli moderndir, ancak bu modernlik hızla değişen ve kirlenen dünyada insani açıdan temel olan unsurların değişmeden kalmasını gerektirir.

Kaynaklar

Bataille, Georges. Eros’un Gözyaşları. Çev. M. Mukadder Yakupoğlu. İstanbul:

Göçebe Yayınları, 1997.

Erdost, Muzaffer. “Tütünler Islak”. Şiirde Dün Yok mu. Haz. Tomris Uyar. İstanbul: Can

Yayınları, 1999. 31-34.

Fethi Naci. “O Korkak Geyik Yavrusu Bayram Arifesi”. Şiirde Dün Yok mu. Haz. Tomris

Uyar. İstanbul: Can Yayınları, 1999. 19-26.

Goff, Jacques Le. “Zevkin Yadsınması”. Batı’da Aşk ve Cinsellik. Der. Georges Duby. Çev.

A. Gür. İstanbul: İletişim Yayınları, 1992.

Uyar, Turgut. Büyük Saat. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2004. (Şiirlerden yapılan tüm

alıntılar bu kitaptandır.)


* Bu yazı Kitaplık dergisinde yayımlanmıştır.

No comments: